Ehli Sunnet Akidesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

SÜNNET NE DEMEKDİR?

Aşağa gitmek

SÜNNET NE DEMEKDİR? Empty SÜNNET NE DEMEKDİR?

Mesaj  EL-Hukmu-Lillah Salı Ocak 20, 2009 12:57 am

SÜNNET NE DEMEKDİR? SÜNNET KELİMESİNİN ÜÇ MA'NÂSI; SÜNNET-İ ZEVÂİD


Allahü teâlânın açıkca bildirmeyip, yalnız Peygamber efendimizin
yapılmasını övdüğü, yahut devam üzere kendisinin yaptığı veyahut
yapılırken görüp de mâni olmadığı şeylere (Sünnet)
denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmıyana azâb olmaz.
Fakat özrsüz ve devamlı terk eden itâba, azarlanmaya ve sevâbından
mahrum olmaya lâyık olur. Meselâ, Ezân okumak, ikâmet getirmek, cemâ'at
ile nemâz kılmak, abdest alırken misvak kullanmak, evlendiği gece yemek
yidirmek ve çocuğunu sünnet ettirmek gibi...


Sünnet iki çeşittir:

Sünnet-i Müekkede:
Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri kuvvetli
sünnetlerdir. Sabah nemâzının sünneti, öğlenin ilk ve son sünnetleri,
akşam nemâzının sünneti, yatsı nemâzının son iki rek'at sünneti
böyledir. Bu sünnetler, aslâ özürsüz terk olunmaz. Beğenmeyen kâfir
olur.


Sünnet-i Gayr-i Müekkede:
Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yaptıklarıdır. İkindi
ve yatsı nemâzlarının dört rek'atlık ilk sünnetleri böyledir. Bunlar
çok kerre terk olunursa, bir şey lâzım gelmez. Özürsüz olarak büsbütün
terk olunursa itâba ve şefâatten mahrum olmaya sebep olur.



Beş-on kimseden birisi işlese, diğer müslümânlardan sâkıt olan
sünnetlere de "Sünnet-i alel-kifâye" denir. Selâm vermek, i'tikâfa
girmek gibi. Abdest almağa, yimeğe, içmeğe ve her mübarek işe başlarken
besmele çekmek sünnetdir.


Sünnet kelimesinin dînimizde üç ma’nâsı vardır:

1- (Kitâb ve sünnet) birlikde söylenince, kitâb, Kur’ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demekdir.

2- (Farz ve sünnet)
denilince, farz, Allahü teâlânın emrleri, sünnet ise, Peygamberimizin
“sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti, ya’nî emrleri demekdir.


3-
Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, islâmiyyet, ya’nî bütün
ahkâm-ı islâmiyye demekdir. Fıkh kitâbları böyle olduğunu bildiriyor.
Meselâ (Kudûrî muhtasarı)nda (Sünneti en iyi bilen imâm olur) diyor. (Cevhere) kitâbında
burayı açıklarken (Sünnet demek, burada ahkâm-ı islâmiyye demekdir)
diyor. Tam İlmihâl, yetmişdördüncü maddenin sonuna bakınız!



Kalbi temizlemek için islâmiyyete uymak lâzım olduğu anlaşıldı.
İslâmiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden
sakınmakla olur.


Bid’at,
sonradan yapılan şey demekdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve
sellem” ve dört halîfesinin “radıyallahü anhüm” zemânlarında bulunmayıp
da, onlardan sonra, dinde meydâna çıkarılan, ibâdet olarak yapılmağa
başlanan şeylerdir. Meselâ, nemâzlardan sonra hemen (âyet-el-kürsî) okumak lâzım iken, önce (Salâten tüncînâ)yı ve başka düâları okumak bid’atdir. Bunları, (âyet-el-kürsî)den
ve tesbîhlerden sonra okumalıdır. Nemâzdan, düâdan sonra secde edip de
kalkmak bid’atdir. Ezânı ho-parlörle okumak bid’atdir. Ho-parlör, ses
çıkaran bir âletdir. Lugat kitâblarında, meselâ (Müncid)de, ses çıkaran âletlere (Mizmâr) denir. Ho-parlör, mizmârın bir nev’idir. (Hâd-id-dallîn)de diyor ki, (Ebû Nu’aym İsfehânînin (Hilyetül-Evliyâ)sında yazılı hadîs-i şerîfde, şeytâna (Senin müezzinin mizmârdır)
buyuruldu). Ho-parlör ile okunan ezânın, şeytân ezânı olduğu, bu
hadîs-i şerîfden anlaşılmakdadır. Dinde yapılan her değişiklik ve
reform bid’atdir. Yoksa, çatal, kaşık, boyun bağı kullanmak, kahve,
çay, tütün içmek bid’at değildir. Çünki, bunlar ibâdet değil, âdetdir
ve mubâhdırlar. Harâm değildirler. Bunları yapmak, dînin emr etdiği
şeyi terk etmeğe veyâ nehy [yasak] etdiği şeyi yapmağa sebeb olmazlar. (Hadîka-tün-nediyye)de
diyor ki, (Bid’at, dinden olmıyan, ibâdet olmıyan, âdet olan birşey
ise, dînimiz bunu red etmez. Yimekde, içmekde, elbisede, seyrü sefer
vâsıtalarında ve binâ, mesken, ev işlerinde, ibâdet yapmak, ya’nî
Allahü teâlâya tekarrüb niyyet etmeyip, yalnız dünyâ işi düşünülürse,
bunlar bir ibâdeti yapmağa mâni’ olmadıkça veyâ bir harâmı işlemeğe
sebeb olmadıkça, bid’at olmazlar. Dînimiz bunları men’ etmez). Bid’at
üç dürlüdür:


1-
İslâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeyleri zarûret olmadan kullanmak, en
kötü bid’atdir. Dâr-ül-harbde kâfirlere hud’a olarak kullanmak câiz
olur denildiği (Berîka)da, 467. ci sahîfede ve (Mecmâ’ul-enhür)ün 696. cı sahîfesinde yazılıdır.


2-
Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
bildirdiklerine uymıyan inanışlar da kötü bid’atdir.


3-
İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid’at olup büyük
günâhdır. Âlimler, ameldeki, ibâdetdeki bid’atleri ikiye ayırmışlar,
hasene ve seyyie demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”
âlimlerin hasene dedikleri bid’atlere bid’at dememiş, sünnet-i hasene
demişdir. Bid’at-i seyyie dediklerine bid’at demiş, bunları çok
kötülemişdir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, beğenilen bid’atlere de,
seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik demişlerdir. Tam İlmihâl,
üçüncü kısmda birinci maddeye bakınız!]


Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yapdığı ve kaçındığı şeyler iki kısmdır:


Birisi, ibâdet olarak yapdığı ve kaçındığı şeylerdir. Her müslimânın
bunlara tâbi’ olması lâzımdır. Bunlara uymayan şeyler bid’atdir.
İkincisi, âdet olarak ya’nî, bulundukları şehrin ve o memleketlerdeki
insanların yapmakda oldukları şeylerdir. Bunları da beğenmiyen, çirkin
diyen, kâfir olur. Fekat, bunları yapmak, mecbûrî değildir. Bunlara
uymayan şey, bid’at değildir. Bunları yapıp yapmamak, memleketlerin ve
insanların âdetlerine bağlıdır. Mubâh kısmındandırlar. Din ile
bağlılıkları yokdur. Her memleketin âdeti, başka başkadır. Hattâ, bir
memleketin âdeti, zemânla değişir.



[İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” abdestin sünnetlerini anlatırken,
buyuruyor ki, (Meşrû’ât, ya’nî ibâdetler, ya’nî müslimânlara yapılması
emr olunan şeyler, dört kısmdır: Farz, vâcib, sünnet, nâfile. Allahü
teâlânın açık olarak bildirdiği emrlerine (Farz) denir. Açık olmayıp, zan ederek anlaşılan emrlerine (Vâcib) denir.
Farz veyâ vâcib olmayıp, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” kendiliğinden emr etdiği veyâ yapdığı ibâdetlere (Sünnet) denir. Bunları devâmlı yaparak, nâdiren terk etmiş ve terk edenlere birşey dememiş ise, (Sünnet-i hüdâ) veyâ (Müekked sünnet) denir.
Bunlar, islâm dîninin şi’ârıdır. [Ya’nî, bu dîne mahsûsdurlar. Başka
dinlerde yokdurlar.] Vâcibleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni’
olurdu. Kendisi ara sıra terk etmiş ise, (Sünnet-i gayr-ı müekkede)
denir. Müekked sünneti, özrsüz olarak devâmlı terk etmek mekrûh olur.
Küçük günâh olur. Allahü teâlâ, bütün ibâdetlere sevâb vereceğini va’d
etdi. Söz verdi. Fekat, ibâdete sevâb verilmesi için, niyyet etmek
lâzımdır. Niyyet, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için
yapdığını kalbinden geçirmek demekdir. [Bu üç kısm ibâdeti belli
zemânlarda yapmağa (Edâ etmek) denir. Zemânında yapmayıp, zemân geçdikden sonra yapmağa (Kazâ etmek) denir. Edâ veyâ kazâ etdikden sonra, kendiliğinden tekrâr yapmağa (Nâfile ibâdet)
denir.] Farzları ve vâcibleri nâfile olarak yapmak, müekked sünnetleri
yapmakdan dahâ çok sevâb olur. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” ibâdet olarak değil de, âdet olarak, devâmlı yapdığı şeylere (Sünnet-i zevâid) denir.
Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmağa sağdan başlaması
böyledir. Bunları yapanlara da sevâb verilir. Bunlara sevâb verilmesi
için, niyyet etmek lâzım değildir. Niyyet edilirse, sevâbları çoğalır.
Zevâid sünnetleri ve nâfile ibâdetleri terk etmek mekrûh olmaz.)]



Bunlarla berâber, âdete bağlı şeylerde de Resûlullaha “sallallahü
aleyhi ve sellem” tâbi’ olmak, dünyâda ve âhıretde, insana çok şey
kazandırır ve çeşidli se’âdetlere yol açar.


İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, nemâzın mekrûhlarını anlatırken buyuruyor ki;

Kâfirlerin yapdıkları ve kullandıkları şeyler de iki kısmdır:


Birisi, âdet olarak, ya’nî her kavmin, her memleketin âdeti olarak
yapdıkları şeylerdir. Bunlardan, harâm olmayıp, insanlara fâideli
olanları yapmak ve kâfirlere benzemeği düşünmiyerek kullanmak hiç günâh
değildir. [Pantalon, fes ve çeşidli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak,
yemeği masada yimek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği
bıçak ile dilimlere ayırmak ve çeşidli eşyâ ve âletleri kullanmak, hep
âdete bağlı şeyler olup mubâhdırlar. Bunları kullanmak, bid’at olmaz,
günâh olmaz.] Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” papasların
kullandığı ayakkabıyı kullanmışdır). Bunlardan, fâideli olmıyanları ve
çirkin ve mezmûm olanları kullanmak ve yapmak harâm olur. Fekat, iki
müslimân bunları kullanınca (Âdet-i islâm) olur ve
üçüncü kullanan müslimâna harâm olmaz. Birinci ve ikinci müslimân
günâhkâr olursa da, başkaları olmaz. (Kâmûs-ül-a’lâm)da,
Timürtaş pâşada diyor ki, (Osmânlı sancağının rengini ve [bugünkü
ay-yıldızlı Türk bayrağının] şeklini ta’yîn eden ve o zemâna kadar
beyâz olan fesi kırmızıya boyayan, Timürtaş pâşadır). Abbâsî devletinin
bayrağı siyâh idi. Halîfe Memûn zemânında yeşile çevrildi. Görülüyor
ki, fes macarlardan alınmamışdır. Türk yapısıdır.


(Birgivî vasıyyetnâmesi)'nde
diyor ki, (Kâfirlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı, ibâdet
olarak yapdıkları ve kâfirlik alâmeti olan ve islâmiyyeti inkâr etmek
ve inanmamak alâmeti olan ve tahkîr etmemiz vâcib olan şeylerdir ki,
bunları yapan ve kullanan kâfir olur. Bunlar, ölümle veyâ bir uzvun
kesilmesi ile veyâ bunlara sebeb olan, şiddetli dayak, habs, bütün
malını almak ile tehdîd edilmedikce kullanılamaz. Bunlardan meşhûr
olanlarını bilmiyerek veyâ şaka olarak veyâ herkesi güldürmek için
yapan da, kâfir olur. Meselâ, papasların ibâdetlerine mahsûs şeyi
kullanmak küfr olur. Buna (Küfr-i hükmî) denir. Onlara mahsûs olan şeyleri kullanmanın küfr olduğu, islâm âlimlerinin temel kitâblarında yazılıdır. (İbni Âbidîn)
“rahmetullahi teâlâ aleyh” beşinci cild, dörtyüzseksenbirinci sahîfeyi
okuyunuz! Din düşmanları, müslimânları aldatmak için, kâfirlerin
âdetlerini, bayramlarını, müslimân âdeti, müslimânların mubârek günü
diyerek, bunların gâvurluk ve kâfirlik olduğunu örtmeğe uğraşıyorlar.
Büyük Kostantinin hıristiyanlık dînine karışdırdığı Noel gecesini ve
Cemşîdin ortaya çıkardığı Nevruz günü mecûsî bayramını, millî bayram
olarak tanıtıyorlar. Müslimânların bu günlerde bayram yapmalarını
istiyorlar. Genç ve sâf müslimânlar bunlara aldanmamalıdır.
Güvendikleri hâlis müslimânlara, nemâz kılan akrabâlarına, dînini bilen
baba dostlarına sorup öğrenmelidir. Bugün bütün dünyâda, gerek îmânı ve
küfrü tanımakda, gerekse ibâdetleri doğru yapmakda, câhillik özr
değildir. Meşhûr olan din bilgilerini bilmediği için aldanan,
Cehennemden kurtulamıyacakdır. Allahü teâlâ, bugün, dînini dünyânın her
tarafına duyurmuş, îmânı, halâli, harâmı, farzları, güzel ahlâkı
öğrenmek pek kolaylaşmışdır. Bunları, lüzûmu kadar öğrenmek farzdır.
Öğrenmeyip câhil kalan farzı terk etmiş olur. Öğrenmeğe lüzûm görmiyen,
ehemmiyyet vermiyen kâfir olur.
EL-Hukmu-Lillah
EL-Hukmu-Lillah

Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 20/01/09
Yaş : 35
Nerden : ¤ Resule Hasret ¤

http://ehli-sunnet.bplaced.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz