Ehli Sunnet Akidesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HİCRET HİCRET 2

Aşağa gitmek

HİCRET HİCRET 2 Empty HİCRET HİCRET 2

Mesaj  ebu_hureyre Perş. Ocak 01, 2009 1:07 am

Bütün mü'minler, evlerinin damına çıkmış;
gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler "Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ
Rasûlallah!" diyerek bağırıyorlardı. (Müslim, Sahih, VIII, 237). Çocuklar ve
hizmetçiler, yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber! Muhammed
geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber, Muhammed geldi! diyorlar,
Habeşliler de, sevinçlerinden kılıç kalkan oynuyorlardı (Ebû Davud Sünen, II,
579)



Kadınlar ve çocuklar, hep bir ağızdan:
"Vedâ tepelerinden dolunay doğdu bize! Allah'a yalvaran oldukça, şükür etmek
gerekir halimize, Ey bize gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir
emr ile geldin bize" diye şiirler okuyorlardı (Semhudî, Vefaü'l-Vefa, I,187,
Halebi insanü'l-Uyun, II, 58).



Berâ' b. Âzib: "Peygamber (s.a.s) Medine'ye
gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a sevindikleri kadar hiç bir şeye
sevindiklerini görmedim demiştir.



Enes b. Mâlik de: "Ben, Rasûlullah'ın
Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" der (İbn
Sâ'd, Tabakat, I, 233, 234).



Rasûlullah Medine'ye varınca mü'minlerin
her biri kendi evinde ağırlamak istediler ve bu konuda yarışırcasına hareket
ettiler. Rasûlullah'ı misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardı.
Efendimiz onlara "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona emir buyurulmuştur"
diyordu (Semhûdî-Vefâü'l-Vefâ, I,183).




TARIHTE HICRET: HZ. İBRAHIM (A.S)'IN HICRETI:




Hz. İbrahim, kendi kavmine Allah'ın dinini
anlatmada hiç bir engel tanımamış, Nemrut'un zorbalığına boyun eğmemiş, bir bir
işkencelere maruz kalmasına rağmen yolundan dönmemiştir. Fakat O'nun bütün
gayretleri bir netice doğurmamış ve toplumunu küfür bataklığından çekip
almamıştır. Artık netice belli olmuştur; kavmi kendi doğrultusunda gitmektedir.
Hz. İbrahim de tevhid üzere yoluna devam etmektedir.



Hz. İbrahim kavminin iman etmesine imkân ve
ihtimal kalmadığını anlarınca, sapıklık ve küfür diyarından uzak kalmak
amacıyla, her şeyiyle yalnız Allah'a kulluk edebilmek için hicret etmiştir
(Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1437).



Hz. Peygamber (s.a.s) de şöyle buyurmuştur:
"Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karşı yer de
olsa Cennet'te İbrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadaşı olur."




ASHAB-I KEHF'IN HICRETI:




Batıl düzenler, gerçekten Hakk'a inananlara
hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını
inananların aleyhine çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanın ışıktan
ürktüğü gibi, onlar da inananların gerçekleri ve mutlak doğruları gözleri önüne
sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının
sahteliğinin ortaya çıkmasından, sömürü çarklarının durmasından endişelenirler,
korkarlar. Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapılan zulüm, baskı
ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde müslümanlar
üzerindeki baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.



Kur'ân-ı Kerîm Ashab-ı Kehf'ten: "Rablerine
inanan gençler" (el-Kehf, 18/13) olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da
onların hidayetlerini artırmıştı". Ashab-ı Kehf'in, kavimleri Allah'tan başka
tanrılara taptıkları için onlardan uzaklaşmalarını Kur'ân övgüyle anlatmaktadır.
Onlar bu davranışlarıyla doğru yolu bulman ve Allah'ın rahmetine kavuşmayı gaye
edinmişlerdi.



"... Şunlar, şu bizim kavmimiz, Ondan (Allah'dan)
başka tanrılar edindiler. Bunların üzerine bari açık bir delil getirseydiler ya?
Artık yalan yere Allah 'a karşı iftira edenlerden daha zâlim kimdir?"
dediklerinde, onların kalplerini (sabır ve sebat ile hakka) bağlamıştık."



(Birbirlerine şöyle demişlerdi):



"Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka
tapmış olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya (çekilip) sığının ki; Rabbiniz
size rahmetinden genişlik versin, işinizden de size fayda hazırlasın " (el Kehf,18/
14,16) Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde yaşayıp, dinlerini açığa
vuramamaktansa mağaraya çekilip orada inançlarını yaşamayı tercih etmişler ve
son derece az oldukları için, mevcut düzene karşı duramayacaklarını anlamış
bulunuyorlardı.




HABEŞISTAN'A HICRET:




İslâm'ın ilk yıllarında, sahabîlerin önemli
bir kısmına ve özellikle zayıf ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tır" demeleri
nedeniyle sayısız zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara
büyük baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yüzü bulan sahabiye
Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi
niyetli bir hükümdarın varlığından söz etti. Bunun üzerine Habeşistan'a iki defa
hicret edildi.



Mekke o sıralarda gerçekten İslâm gibi
eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için ağır
şartları bulunan bir ortamdı. Habeşistan'da da İslâmî bir düzenin varlığından
söz edilemezdi ama. en azından orada dini hürriyet vardı ve zulüm yoktu. Diğer
taraftan İslâm ülkesi diyebileceğimiz bir yerin de varlığı söz konusu değildi.
Henüz böyle bir teşebbüse girebilmek için gerekli şart ve imkanlardan da
müslümanlar tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle Dârü'l- Küfr olan
Mekke'yi bırakıp Darü'l-Emin (güven ülkesi)'e göç için bir izin verilmiş
oluyordu...




HICRETIN HÜKMÜ:




Kur'ân'ın bir çok âyeti hicretten, hicretin
gereğinden, hicret edenlerden ve etmeyenlerden... söz eder.



Hicretin ne denli önemli olduğuna şu
âyetler gayet açık bir şekilde işaret etmektedir:



"Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını
alacağı kimselere melekler derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde
dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik" derler. Melekler de: "Allah'ın
arzı geniş değil miydi? Siz de oradan hicret etseydiniz ya" derler. İşte onlar
böyle. Onların barınakları Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. Erkeklerden,
kadınlardan, çocuklardan zayıf ve acz içinde bırakılıp da hiçbir Çareye gücü
yetmeyen ve (hicret) için bir yol bulamayanlar müstesna" (en-Nisâ, 4/97, 98).



Bu âyetlerin iniş sebebi hakkında İbn Abbas
(r.a) şunu nakletmektedir:



"Peygamber (s.a.s) zamanında bazı
müslümanlar müşriklerle birlikte durup onların sayılarının artmalarına neden
oluyorlardı. (savaş sırasında) ok, onlardan bazılarına isabet edebiliyor veya
boynu vurulup öldürülebiliyordu. Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Yine İbn
Abbas (r.a.)'ın rivayet ettiğine göre; bir kısım Mekkeliler İslâm'a girmiş,
fakat müslümanlıklarını açığa vurmamışlardı. Bedir savaşı gününde müşrikler
onları da beraberlerinde savaşa götürdüler ve bazıları bu savaşta öldü.
Müslümanlar bunun üzerine: "Bizim arkadaşlarımız müslüman idiler, savaşa zorla
sokuldular" deyip, onlara Allah'tan mağfiret dilediler. Bunun üzerine bu âyetler
nazil oldu" (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim, I, 542).



Demek ki mü'minler, bu gibi durumlarda "biz
İslâm'ı ayakta tutamayacak kadar zayıf kimseler idik" demekle kendilerini
kurtaramayacaklardır. Çünkü bunlar İslâm'ı tamamiyle yaşayabilmek için herhangi
bir teşebbüste bulunmamışlar ve böylece "kendilerine zulm etmişlerdir" fakat,
gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayıf kimseler bundan müstesnadır.



Bu âyetler, müşrikler arasında bulunup da
dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadır. Hicret edebilecek durumda olup da
hicret etmeyenlerin, kendi nefislerine zulmetmiş oldukları ve bu ayetin hükmüne
göre, haram işledikleri icmâ ile kabul edilmiştir (İbn Kesîr Tefsîr, I, 542). Bu
hüküm kıyamete kadar bakîdir ve genel bir hükümdür. Herhangi bir durum onu,
dinini yaşayabileceği, inancının gereklerini yerine getirebileceği Darü'l-İslam'a
hicret etmekten alıkoymaz.



Hanbelî hukukçulara göre bir kimsenin,
Darü'l- Harp'te dinini açığa vurup yaşayabiliyor bile olsa, müslümanların
sayısını çoğaltmak ve cihada katılabilmek için Dârü'l-İslâm'a hicret etmesi
sünnet olur. Hanefi mezhebinde ise küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmek
vaciptir. Şâfiîlerden el-Mâverdî'ye göre de, müslüman herhangi bir küfür
beldesinde dinini açığa vurabiliyorsa, orası onunla Daru'l-İslâm olmuş olur.
Orada durmak, hicret etmekten daha iyidir. Çünkü böylelikle kendisinden
başkalarının,da İslâm'a girmeleri umulabilir. Ancak el-Mâverdî'nin bu görüşüyle,
konu ile ilgili olarak Darü'l-Harp'ta kalmayı haram kılan ayet ve hadisler
arasındaki aykırılık açıktır. Hicret hükmü, Darü'l-Harp'te müslüman olup oradan
uzaklaşabilecek güçte olan herkes için geçerlidir (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr,
VIII, 28, 29). Darü'l-Harp'ten hicret etmenin, herhangi bir ma'siyetin işlenmesi
veya herhangi bir emrin yerine getirilmemesi veya İslâm devlet başkanının
istemesiyle vacip olacağı konusunda icmâ' vardır (eş-Şevkânî, a.g.e., VIII, 29).



Kişi "ben hicret edeceğim ama, gideceğim
yer tanımadığım, yabancısı olduğum bir yerdir. Acaba orada geçimimi
sağlayabilecek miyim? Sonra ne zaman geleceği bilinmeyen ölüm, beni yolda
yakalarsa hicret etmiş sayılabilir miyim..." gibi bir takım düşünceleri içinden
geçirebilir. Ancak bunlar yersiz düşüncelerdir. Çünkü: "Kim Allah yolunda hicret
ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak bir çok yerler bulur, genişlik de bulur.
Kim evinden Allah ve Rasûlüne muhâcir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse, onun
mükâfatı Allah'a aittir (en-Nisâ, 4/100). Bu bakımdan ne rızık endişesi ne de
"yolda ölüm" düşüncesiyle farz olan hicretten geri kalamaz.



Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır.
Bu mücadelede kimi zaman iman bazan da küfür egemen olmuştur. Mü'minler İslâmî
kimliklerini yitirdikleri, imanî zaaflara düştükleri, İslâmi ilimlerin yeterince
tahsil edilmediği ve cehaletin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslâm'a gâlib
gelecektir. İslâmî ilimlerin çok iyi bilindiği, İslâm'ın yaşandığı, imanın kalb
atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslâm egemen olacaktır.



İslâm'ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana
zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir.
Dolayısıyla mü'minler İslâm'ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda
kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi
asla kapanmaz, Mekke'nin de fethinden sonra hicret gündeme getirilemez; hicret
tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arzeder ve
kıyamete kadar kaimdir.



Mekke'nin fethedildiği gün Abdurrahman b.
Safvan (r.a) babasını getirerek, Rasûlullah'a babasının da hicret sevabından
payını almasını istediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Artık
hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah'ı bu konuda yumuşatmak amacıyla,
amcası Hz. Abbâs'ın yanına gider ve bu konuda kendisine yardımcı olmasını ister.
Hz. Abbâs .(r.a), Peygamber (s.a.s)'e "Allah aşkına kabul et" derse de, Hz.
Rasûlullah şu cevabı verir: " Amcamın yeminini yerine getiririm, ama hicret
yoktur" Hadîsin râvilerinden olan Yezid b. Ziyâd: "Halkı İslâm'ın egemenliği
altına girmiş bulunan bir yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi
açıklamıştır (İbn Mace Keffâret).



Burada görüldüğü gibi Mekke'den hicret
etmek artık söz konusu değildir. Çünkü, hicretten maksat gerçekleşmiş bulunuyor.
Artık Mekke'nin kendisi fethedilmek suretiyle Darü'l-İslâm olmuş ve İslâm'ın
bütünüyle hayata yansıyacağı bir yer haline gelmiştir. Allah'tan başka hiçbir
varlığın hâkimiyetinden söz edilemeyecektir.



Diğer bir kısım hadislerde ise, hicretin
sürekliliğinden söz edilmektedir:



"Kâfirlerle savaşıldıkça hicretin sonu
gelmeyecektir (eş-Şevkânî a.g.e., VIII, 27). "Hicretten sonra hicret olacaktır.
Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır"
(Ebû Davûd, Cihad).



Bu hadislerden anlaşıldığına göre, İslâm
hâkim olduğu bir yerden hicret etmenin farz veya vâcib olması söz konusu
değildir. Ancak Darü'l-Harb'den Darü'l-İslâm'a hicret etmemin vucûbu kıyamete
kadardır. Ebu Bekr İbnü'l-Ara
ebu_hureyre
ebu_hureyre
Admin

Mesaj Sayısı : 70
Kayıt tarihi : 28/12/08

http://ehlisunnetakidesi.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz